20 Kasım 2011 Pazar

Orhan Pamuk Nobel Edebiyat Ödülü Konuşması'ndan bir bölüm...

"İçimden geldiği için yazıyorum! Başkaları gibi normal bir iş yapamadığım için yazıyorum. Benim yazdığım gibi kitaplar yazılsın da okuyayım diye yazıyorum. Hepinize, herkese çok çok kızdığım için yazıyorum. Bir odada bütün gün oturup yazmak çok hoşuma gittiği için yazıyorum. Onu ancak değiştirerek gerçekliğe katlanabildiğim için yazıyorum. Ben, ötekiler, hepimiz, bizler İstanbul'da, Türkiye'de nasıl bir hayat yaşadık, yaşıyoruz, bütün dünya bilsin diye yazıyorum. Kağıdın, kalemin, mürekkebin kokusunu sevdiğim için yazıyorum. Edebiyata, roman sanatına her şeyden çok inandığım için yazıyorum. Bir alışkanlık ve tutku olduğu için yazıyorum. Unutulmaktan korktuğum için yazıyorum. Getirdiği ün ve ilgiden hoşlandığım için yazıyorum. Yalnız kalmak için yazıyorum. Hepinize, herkese neden o kadar çok çok kızdığımı belki anlarım diye yazıyorum. Okunmaktan hoşlandığım için yazıyorum. Bir kere başladığım şu romanı, bu yazıyı, şu sayfayı artık bitireyim diye yazıyorum. Herkes benden bunu bekliyor diye yazıyorum. Kütüphanelerin ölümsüzlüğüne ve kitaplarımın raflarda duruşuna çocukça inandığım için yazıyorum. Hayat, dünya, her şey inanılmayacak kadar güzel ve şaşırtıcı olduğu için yazıyorum. Hayatın bütün bu güzelliğini ve zenginliğini kelimelere geçirmek zevkli olduğu için yazıyorum. Hikâye anlatmak için değil, hikâye kurmak için yazıyorum. Hep gidilecek bir yer varmış ve oraya tıpkı bir rüyadaki gibi bir türlü gidemiyormuşum duygusundan kurtulmak için yazıyorum. Bir türlü mutlu olamadığım için yazıyorum. Mutlu olmak için yazıyorum."

19 Kasım 2011 Cumartesi

Van'da Çadır'da çıkan yangında ölen 3 kardeş için...

İçimde çok büyük bir isyan duygusu var bu haberi duyduğumdan beri.
Hayat...Bu kadar kaygan herşey dimi?
Bu şarkıyı 3 kardeşe; Bahar'a, İsmail'e ve Mikail'e armağan ediyorum...

Tears in Heaven: http://www.youtube.com/watch?v=sSbqm7ZK_9s&feature=related


Would you know my name
If I saw you in heaven
Will it be the same
If I saw you in heaven
I must be strong, and carry on
Cause I know I don't belong
Here in heaven

Would you hold my hand
If I saw you in heaven
Would you help me stand
If I saw you in heaven
I'll find my way, through night and day
Cause I know I just can't stay
Here in heaven

Time can bring you down
Time can bend your knee
Time can break your heart
Have you begging please
Begging please

Beyond the door
There's peace I'm sure.
And I know there'll be no more...
Tears in heaven

Would you know my name
If I saw you in heaven
Will it be the same
If I saw you in heaven
I must be strong, and carry on
Cause I know I don't belong
Here in heaven

Cause I know I don't belong
Here in heaven

13 Kasım 2011 Pazar

Kendinizin icinden yeni bir kendiniz cikarmaya zorlanmak


kendinizin icinden yeni bir kendiniz cikarmaya zorlandigimiz anlar gibi
yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutukluluk haline, bir trafik kazasina, basimiza gelmis bir felakete, iskenceye cekilmeye, ameliyata alinmaya kendimizi hazirlar gibi
yani dayanmak ve katlanmak icin silkelerken butun benligimizi
ama oyle sessiz baktigimiz duvarlar gibi olmaya calisirken
ve kazanmis gorunurken derinligimizi
Ne zaman ki, yeniden canlanir bagislamasiz bellegimizde
bir ânin, yalnizca bir anin butun bir hayati kapladigi anlar
o tiktaklar kadar onemsiz kalir simdi
hayatimiza verdigimiz butun anlamlar




Murathan Mungan
Yaz Gecer

12 Ekim 2011 Çarşamba

She has a soul...

8-15 Ekim 2011 Film Ekimi'nden

Merhaba sevgili sanat dostları,

Öncelikle bilet alma maceramla bu yeni yazıma başlamak istiyorum.
Ctesi sabahı saati 9'a kurup, 10:15'te ancak uyanabilen Seçil, filmleri 15 dakika içersinde seçmiş, biletlerin satışa çıktığı saat 10:30'da biletix'i aramaya başlamıştı. Biletix'e ulaşmak ne mümkündü.
Bu yüzden yarım yamalak yüzünü yıkayıp sokağa fırlayan bu sanatsever kız soluğu City's Nişantaşı'nda almıştı. Bir de ne görsün sinema katı mahşer yerine dönmüş, 360 derece kuyruk oluşmuştu. Seçil'in gözünde sanat dostları bir anda sanat canavarlarına dönüşmüş, içinden yahu sanatseverler biraz bohem olur, karga ...unu yemeden ne zaman geldiniz de buraya dizildiniz diye bağırmaya başladı. Sonra kendini toparlayıp, biletix'i aramaya koyuldu ve ilk arayışında düşürdü.
Seçtiği 13 filmden yalnız 6'sına bilet bulabilmişti. Yine de mutluydu. Outcome: Lalekart farz oldu.

Şimdi gelelim şu ana kadar izlediğim filmlere:
1) Acı Tatlı Tesadüfler: sonu geyiğe bağlasa da güzel film, tavsiye edilir.
2) Margin Call: Bankacı kimliğimle end user computing konusunu bilen biri olarak film ilgimi çekti, kesinlikle tavsiye edilir.
3) Restless: Senaryo, oyunculuk, sanat yönetimi çok iyi. Tavsiye edilir.

3 filmim kaldı, onlarla ilgili de yazıyor olacağım.

30. İstanbul Film Festivali'nde izlediğim filmler nelerdi?

1) Yaşasın Aşk
2) Güz Sonatı: Ingmar Bergman
3) Lizbon'un Gizleri
4) Kumdan Kale
5) Yağmuru Bile
6) Keyif Evi
7) Güven
8) Chungking Ekspresi
9) Düzelti
10) Yolculuk
11) Hizmetçi
12) Bataklık
13) Bizim Büyük Çaresizliğimiz
14) Kavşak
15) Bir Ayrılık
16) Bilinmeyen Kişiler
17) O Ağacın Altı
18) Atlıkarınca
19) Aşk Suçu
20) Artık Yıl
21) Ölümüne Kaçış
22) Juan
23) Bazıları Sıcak Sever
24) Ömrümüzden Bir Sene
25) Ha Ha Ha
26) Keşke Bilseydim
27) Dantelci Kız
28) Küçük Beyaz Yalanlar
29) Yaşasın Aşk

Şu iki filme ise bilet alıp gidemedim, dvd'lerini bulmalıyım:

Tutku
Portakallar ve Günışığı

Gittiğin filmlerin reklamını mı yapıyorsun, iki satır görüş niye yazmadın dediğinizi duyar gibiyim. Ancak hem üzerinden zaman geçtiği hem de canım istemediği için yorum yazmayacağım. Kayıt altına almak için bu listeyi yapmak istedim.

teşekkürler

20 Temmuz 2011 Çarşamba

18 Haziran 2011 Cumartesi

The Night Marilyn Serenaded JFK

ama haksızlık bu

Nişantaşı’nı niye seviyorum?











1. Sabah saat 10’da saat daha 8 gibi hissedersiniz çünkü Nişantaşı henüz uyanmamıştır.

2. Yaşlı ama bakımlı ve şık hanımlarını, kırış kırış göz kapaklarına sürülen farları seviyorum.

3. Havada uçuşan parfüm kokularını seviyorum.

4. Uzun yıllardır bu semtte oturan insanların nazikliğini seviyorum.

5. Teşvikiye Saray’ın sahanda yumurtasını, kıymalı kol böreğini, bal kaymağını ve tabii çayını

seviyorum.

6. Özellikle havanın ne aydınlık ne de tam olarak karanlık olduğu akşamüstü saatlerinde Teşvikiye

Saray’da otururken Teşvikiye Camii’ni seyretmeyi seviyorum.

7. Eskiden beri bu semtte iş yapan esnafların güleryüzünü ve içtenliğini seviyorum.

8. Sarı dolmuşlara binip Taksim’e gitmeyi seviyorum.

9. Herşeye hemen ulaşabilmeyi, mahalle havasını seviyorum.

10. Rahatsız etmeyen hafif rüzgarını seviyorum.

11. Yaz akşamlarını ayrı yılbaşı öncesi canlılığını ayrı seviyorum.

12. Daha fazla özgür insan görmeyi seviyorum.

13. Görgülü Pastanesi’nin kıymalı küçük pizzalarını seviyorum.

14. Bakımlı saçlı hanımlarını seviyorum.

15. Piknik Büfe’nin goralı ve ayranını seviyorum.

16. City’s in son iki yıldır festival sineması olmasını seviyorum.



27 Şubat 2011 Pazar

Audrey and Grace

life:  The two most elegant stars of their era, Audrey Hepburn and Grace Kelly, are photographed backstage at the RKO Pantages Theatre in 1956 as they wait to present: Hepburn gave Best Picture to Marty, and Kelly awarded the Best Actor statue to Ernest Borgnine for the same film. LIFE’s Best Oscar Photos

The two most elegant stars of their era, Audrey Hepburn and Grace Kelly, are photographed backstage at the RKO Pantages Theatre in 1956 as they wait to present: Hepburn gave Best Picture to Marty, and Kelly awarded the Best Actor statue to Ernest Borgnine for the same film.

and the oscar goes to...

83. Oscar Ödül Töreni'ne dakikalar kala en iyi film ödülüne aday olan 10 filmden sadece 6'sını izlemiş olmama karşın maksat muhabbet olsun diye oscar tahminlerimi açıklamak isterim. Adaylardan hiçbirini izlemediğim ve teknik kategorilerle ilgili tahminlerde bulunmuyorum, her bir adayı seyretmediğim kategorilerde ise içinde seyrettiğim adaylar olduğu için tahminde bulunuyorum. And the oscar goes to...

En İyi Film:
The Social Network

En İyi Yönetmen:
David Fincher, The Social Network

En İyi Erkek Oyuncu:
Colin Firth "The King's Speech''

En İyi Kadın Oyuncu:
Natalie Portman "Black Swan"

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu
Geoffrey Rush "The King's Speech"

En İyi Animasyon:
Toy Story 3 - Lee Unkrich

En İyi Görüntü Yönetimi:
Inception - Wally Pfister

En İyi Orijinal Senaryo:
Inception: Christopher Nolan

En İyi Uyarlama Senaryo:
The Social Network, Aaron Sorkin

En İyi Yabancı Film:
Biutiful (Meksika)

En İyi Sanat Yönetimi:
Alice in Wonderland, Robert Stromberg, Karen O'Hara

En İyi Kostüm:
Alice in Wonderland, Colleen Atwood
I Am Love, Antonella Cannarozzi (gönlüm I am Love'dan yana ama Alice alabilir.)

En İyi Kurgu
Black Swan Andrew Weisblum

En İyi Müzik:
The King's Speech, Alexandre Desplat

En İyi Görsel Efekt:
Inception, Paul Franklin, Chris Corbould, Andrew Lockley ve Peter Bebb

26 Şubat 2011 Cumartesi

Amreeka

If Istanbul 2011 kapsamında izlediğim Amrika’nın Cinebonus G-mall’daki gösterimine filmin yönetmeni Cherien Dabis de katıldı. Dabis, Filistinli bir babanın ve Ürdünlü bir annenin beş kız çocuğundan biri. Kendisi Ohio’nun küçük bir kasabasında büyümüş. Üniversiteden sonra Columbia’da film yapımcılığı okumuş. Amrika, ilk uzun metrajlı filmi. Filmin dünya premier’i Sundance’te yapılmış, ardından Cannes Film Festivali’nde de gösterilmiş. Film, Batı Şeria’da evli ancak kocası tarafından genç ve güzel bir kadın yüzünden terkedilmiş, tam ergenlik döneminde bir oğlu olan, 10 yıldır ülkesinin çetin şartlarında bankacılık yaparak ayakta durmaya çalışan Muna’nın öyküsünü anlatıyor. Batı Şeria’daki siyasi ortamın halkın gündelik yaşamını olumsuz şekilde etkilemesi Muna ve oğlunun gelecekle ilgili radikal kararlar almasına yol açar. Batı Şeria’da başlayan film, Muna’nın Amerika’daki kızkardeşinin yanına taşınmasıyla Illionis’in küçük bir kasabasında süregelir. Muna ve oğlu büyük hayallerle geldikleri Amerika’da ilk şoklarını havaalanında yaşarlar. Filmin devamında Muna’nın iki üniversite diploması olup, üç dil bilmesine karşın bir hamburgercide çalışması, oğlunun Batı Şeria’da özel bir okulda başarılı bir öğrenci iken, kuzenin gittiği devlet okuluna adapte olmakta çektiği güçlükleri izleriz. Mülteciliğin hiçbir yere ait olamama, tutunamama durumuna şahit oluruz. Ülkesinden kendi iradesiyle ayrılan insanların, aslında topraklarına duydukları derin özlemin hayatlarında yarattığı çatlakları görürüz. Sanırım beni en çok bu etkiledi. İnsanın bir peynirin lezzetinde, bir ekmeğin kokusunda ülkesine gidip gelmesinin acıtıcı bir hissi var. Bu duyguyu Ayşe Paris’teyken izinli olduğum dönemlerde yanına gittiğimde, Cite Universite olarak adlandırılan üniversiteler yurdunda ne çok hissetmiştim. Her gidişimde burdan kuruyemiş, peynir, sucuk gibi yiyecekler götürürdüm. Bir keresinde dolma bile götürmüştüm. Paşabahçe’den aldığım çay bardakları, hani kahvehanelerde olan kırmızı şeritli çay tabaklarının yeşil şeritli olanlarından almıştım. Paris’te bir yurt odasında akşam çay demlemiş, kuruyemişleri koymuş, Ayşe’nin bir kaç Türk arkadaşını oturmaya davet etmiştik. Ayşe’nin arkadaşlarının çay bardaklarını ve kuruyemiş tabaklarını hatta beni gördüklerindeki surat ifadelerini, bana geçen hissi hiç unutmadım. O an, özellikle Paris’te okuyan Türk öğrencilerin hayatını anlatan bir film yapmayı düşündüğümü hatırlıyorum. Amreeka’yı izlerken bir süreliğine buralardan gitmeyi düşündüğüm sık sık aklıma geldi. Karşılaşabileceğim zorluklar özellikle belirli bir yaştan sonra daha da ağır gelebilirdi. Özetle, filmi izlerken başka yerlere de gittim geldim. Filmin Batı Şeria’daki sahneleri karanlık, sıkıcı, ağır bir havadaydı. Amerika’daki sahneler ise içinde yine zor zamanlar barındırmasına rağmen Batı Şeria’daki kadar kasvetli değildi. Yoksulluğun karanlığını düşündüm. İnsanların her yerde aslında aynı olduğunu ama ne kadar farklı hayatlar yaşadıklarını bir kez daha farkettim. Anlayacağınız üzere film izlemeye değerdi.