27 Şubat 2011 Pazar

Audrey and Grace

life:  The two most elegant stars of their era, Audrey Hepburn and Grace Kelly, are photographed backstage at the RKO Pantages Theatre in 1956 as they wait to present: Hepburn gave Best Picture to Marty, and Kelly awarded the Best Actor statue to Ernest Borgnine for the same film. LIFE’s Best Oscar Photos

The two most elegant stars of their era, Audrey Hepburn and Grace Kelly, are photographed backstage at the RKO Pantages Theatre in 1956 as they wait to present: Hepburn gave Best Picture to Marty, and Kelly awarded the Best Actor statue to Ernest Borgnine for the same film.

and the oscar goes to...

83. Oscar Ödül Töreni'ne dakikalar kala en iyi film ödülüne aday olan 10 filmden sadece 6'sını izlemiş olmama karşın maksat muhabbet olsun diye oscar tahminlerimi açıklamak isterim. Adaylardan hiçbirini izlemediğim ve teknik kategorilerle ilgili tahminlerde bulunmuyorum, her bir adayı seyretmediğim kategorilerde ise içinde seyrettiğim adaylar olduğu için tahminde bulunuyorum. And the oscar goes to...

En İyi Film:
The Social Network

En İyi Yönetmen:
David Fincher, The Social Network

En İyi Erkek Oyuncu:
Colin Firth "The King's Speech''

En İyi Kadın Oyuncu:
Natalie Portman "Black Swan"

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu
Geoffrey Rush "The King's Speech"

En İyi Animasyon:
Toy Story 3 - Lee Unkrich

En İyi Görüntü Yönetimi:
Inception - Wally Pfister

En İyi Orijinal Senaryo:
Inception: Christopher Nolan

En İyi Uyarlama Senaryo:
The Social Network, Aaron Sorkin

En İyi Yabancı Film:
Biutiful (Meksika)

En İyi Sanat Yönetimi:
Alice in Wonderland, Robert Stromberg, Karen O'Hara

En İyi Kostüm:
Alice in Wonderland, Colleen Atwood
I Am Love, Antonella Cannarozzi (gönlüm I am Love'dan yana ama Alice alabilir.)

En İyi Kurgu
Black Swan Andrew Weisblum

En İyi Müzik:
The King's Speech, Alexandre Desplat

En İyi Görsel Efekt:
Inception, Paul Franklin, Chris Corbould, Andrew Lockley ve Peter Bebb

26 Şubat 2011 Cumartesi

Amreeka

If Istanbul 2011 kapsamında izlediğim Amrika’nın Cinebonus G-mall’daki gösterimine filmin yönetmeni Cherien Dabis de katıldı. Dabis, Filistinli bir babanın ve Ürdünlü bir annenin beş kız çocuğundan biri. Kendisi Ohio’nun küçük bir kasabasında büyümüş. Üniversiteden sonra Columbia’da film yapımcılığı okumuş. Amrika, ilk uzun metrajlı filmi. Filmin dünya premier’i Sundance’te yapılmış, ardından Cannes Film Festivali’nde de gösterilmiş. Film, Batı Şeria’da evli ancak kocası tarafından genç ve güzel bir kadın yüzünden terkedilmiş, tam ergenlik döneminde bir oğlu olan, 10 yıldır ülkesinin çetin şartlarında bankacılık yaparak ayakta durmaya çalışan Muna’nın öyküsünü anlatıyor. Batı Şeria’daki siyasi ortamın halkın gündelik yaşamını olumsuz şekilde etkilemesi Muna ve oğlunun gelecekle ilgili radikal kararlar almasına yol açar. Batı Şeria’da başlayan film, Muna’nın Amerika’daki kızkardeşinin yanına taşınmasıyla Illionis’in küçük bir kasabasında süregelir. Muna ve oğlu büyük hayallerle geldikleri Amerika’da ilk şoklarını havaalanında yaşarlar. Filmin devamında Muna’nın iki üniversite diploması olup, üç dil bilmesine karşın bir hamburgercide çalışması, oğlunun Batı Şeria’da özel bir okulda başarılı bir öğrenci iken, kuzenin gittiği devlet okuluna adapte olmakta çektiği güçlükleri izleriz. Mülteciliğin hiçbir yere ait olamama, tutunamama durumuna şahit oluruz. Ülkesinden kendi iradesiyle ayrılan insanların, aslında topraklarına duydukları derin özlemin hayatlarında yarattığı çatlakları görürüz. Sanırım beni en çok bu etkiledi. İnsanın bir peynirin lezzetinde, bir ekmeğin kokusunda ülkesine gidip gelmesinin acıtıcı bir hissi var. Bu duyguyu Ayşe Paris’teyken izinli olduğum dönemlerde yanına gittiğimde, Cite Universite olarak adlandırılan üniversiteler yurdunda ne çok hissetmiştim. Her gidişimde burdan kuruyemiş, peynir, sucuk gibi yiyecekler götürürdüm. Bir keresinde dolma bile götürmüştüm. Paşabahçe’den aldığım çay bardakları, hani kahvehanelerde olan kırmızı şeritli çay tabaklarının yeşil şeritli olanlarından almıştım. Paris’te bir yurt odasında akşam çay demlemiş, kuruyemişleri koymuş, Ayşe’nin bir kaç Türk arkadaşını oturmaya davet etmiştik. Ayşe’nin arkadaşlarının çay bardaklarını ve kuruyemiş tabaklarını hatta beni gördüklerindeki surat ifadelerini, bana geçen hissi hiç unutmadım. O an, özellikle Paris’te okuyan Türk öğrencilerin hayatını anlatan bir film yapmayı düşündüğümü hatırlıyorum. Amreeka’yı izlerken bir süreliğine buralardan gitmeyi düşündüğüm sık sık aklıma geldi. Karşılaşabileceğim zorluklar özellikle belirli bir yaştan sonra daha da ağır gelebilirdi. Özetle, filmi izlerken başka yerlere de gittim geldim. Filmin Batı Şeria’daki sahneleri karanlık, sıkıcı, ağır bir havadaydı. Amerika’daki sahneler ise içinde yine zor zamanlar barındırmasına rağmen Batı Şeria’daki kadar kasvetli değildi. Yoksulluğun karanlığını düşündüm. İnsanların her yerde aslında aynı olduğunu ama ne kadar farklı hayatlar yaşadıklarını bir kez daha farkettim. Anlayacağınız üzere film izlemeye değerdi.