Eski Türk filmlerinde Türkan Şoray’ın ağzından sıkça duyduğumuz “dünya kurulalı beri” diye bir tabir vardır. Dünya kurulalı beri seni seviyorum der ilk aşkını yaşayan temiz ve saf kadın. Tam olarak ne demek istediğini bazen kafamın içinde evirip çevirip düşünürüm. Kimse sesimi duymaz ama ben sorular sorar, yanıtlarını da verir ve bir yere varmaya çalışırım. Dünyanın kurulduğu zamanı bu kadın nerden bilmektedir? Kendimi bildim bileli anlamında bu sözü söylemektedir ama dünya kurulalı beri ile kendimi bildim bileli aynı anlamı ifade etmez. Bir başka alternatif ise bu söz, “ben hayatım boyunca hep seni sevmişim aslında” demektir. Ama zaten bu sözü söyleyenin ilk aşkıdır karşısındaki, dolayısıyla daha önce sevdiği biri olmadığı için ben hep seni sevmişim ifadesi de havada kalmaktadır. Sonunda yorulur, şöyle bir sonuca varırım, aşk gerçeküstü bir şeydir, onun için aşık olanlar gerçeküstü sözler söylemekte özgürdür.
Bir de 2000’li yıllarda yaşayan ama dünya kurulalı beri melankolik olanlar vardır. Melankoli’nin sözlükte birkaç anlamı bulunuyor. Kara sevda, yalnız kalma isteği, eski tıpta çeşitli ruh durumlarına yol açtığı varsayılan dört maddeden biri, hep kaygı ve hüzün dolu hissetmek, kaybedilen birine duyulan sürekli özlem vs.... Yaşadığımız çağın melankolisi ise varoluş sebebi ile ilgili kafa karışıklığı, başka bir yerde başka birşey yapmayı istemek, herşeyi değiştirmek, rutine duyulan öfke ama değiştirmeye gücü, mecali -desem daha yerinde ve derin olacak- olmamak, herşeyden ve herkesten çok çabuk sıkılmak, sıkılmak ama yerine de birşey koyamamak, kısacası bir yol bulamamak ve bu kısırdöngünün içinde acı, hüzün, boşluk duygularıyla başetmeye çalışarak bir türlü tutunamamak....Bir dakika bu paragrafı bu kadar hüzünlü yazmayı hayal etmiyordum ben ama sanki kendiliğinden yazılıverdi. Peki başa dönecek olursak dünya kurulalı beri melankolik olanlar neler yapmaktan hoşlanır. Bir kere bu kişiler sanata düşkün kişilerdir. Kültürel faaliyetlerde bulunmayı, ve ardından krtik yapmayı, bu kritiklerde daha önce düşünmedikleri konular üzerine konuşmayı ve düşünmeyi severler. Seyahati severler. Yeni insanlarla tanışmayı severler. Öğrenmeyi severler. 50’li, 60’lı yılları severler. Resim sanatını severler. Müziği pekala severler. Genelde içkiyi severler. Aşık olmaktan çok aşk acısını severler. Üzücü sahnelerden garip bir haz alırlar. Okumayı severler. Romantik giyinmeyi severler. Samimi bakışları severler. Sevdiğini söyleyeni değil, göstereni severler, Hatırlanmaya değer şeyleri hafızasında saklayanları ve ansızın ortaya çıkaranları severler. Sinemayı severler. Türkan Şoray’ı pek tabi severler. Bence Robert Redford’u da sevmeliler.
Peki bu kişilerin çağımızda varolması mümkün müdür? Mümkündür ama yorucu olacaktır. Bu kişiler güçlü olmak zorundadır. Arayışlarından vazgeçmemelidir. Bir şekilde mutluluğun anahtarını bulmalıdır. Denemeli, inançlarını kaybetmemelidir.
Eskiden sadece basketbol oyuncularının koçu vardı. Etrafıma bakıyorum da artık herkesin bir koçu var. Yaşam koçu, oyunculuk koçu, sağlıklı yaşam koçu...Ne zaman bu kadar koç ortaya çıktı bilmiyorum, bir insanı koç yapan özellikler nedir onu da bilmiyorum. Bu kadar çok koç olduğuna göre bilmediğimiz daha çok oyun var herhalde. Acaba ben de melankoli koçu olabilir miyim?