5 Haziran 2016 Pazar

69. Cannes Film Festivali



Festival seyahatlerime geri dönüşüm hakikaten muhteşem oldu. Evet, sinemanın taçlandırıldığı Cannes Film Festivali’ne bu yıl ben de katıldım. 16-22 Mayıs tarihlerinde tam bir hafta süreyle festivali takip ettim. 6’sı yarışma filmi olmak üzere toplamda 12 film izledim. Filmden arta kalan zamanlarda da şehri gezdim, keşifler yaptım, hayaller kurdum ve her yolculukta olduğu gibi kendimi, diğer insanları, hayatı biraz daha tanıdım. Filmlere geçmeden önce festivale katılım süreciyle ilgili biraz bilgi vereceğim. 

Öncelikle Cannes Film Festivali’nin sinema endüstrisinin global ölçekte bir araya geldiği en büyük festival olduğunu hatırlayalım. Bundan önce Venedik ve Berlin Film Festivali’ne katılmış biri olarak, Cannes'ın çok farklı bir kimyası ve ambiyansı olduğunu söylemeliyim. “Hımm festival buymuş demek ki” cümlesini kuruyorsunuz. Diğer uluslararası festivallerden Cannes Film Festivali’ni ayıran bir diğer şey, akreditasyonunuz veya davetiyeniz olmadan film izleyemiyor oluşunuz. Yani bu festivalin bilet gişesi yok. Mutlaka ya akredite olmanız gerekiyor ya da akredite olmuş birinin size davetiye vermesi gerekiyor. O yüzden festival süresince gösterim salonlarının olduğu Palais des Festival çevresinde, elinde “lütfen bir davetiye” yazılı pankartlar taşıyan gencinden yaşlısına her milletten insan görüyorsunuz ve mutlu oluyorsunuz, sinemayı sizin kadar seven bu insanlarla bir araya geldiğiniz için. 

Festivalin üç tip akreditasyonu bulunuyor.
  1. Basın 
  2. Film profesyonelleri
  3. Cannes Cinéphiles 
Tahmin edeceğiniz üzere bendeniz Cannes Cinéphiles akreditasyonu ile katıldım festivale, henüz birinci veya ikinci kategoride kendime yer bulamadığım için:) Akreditasyonların kapsamı tipine göre değişiyor. Yani, kendi içinde de kategorileri olan Basın akreditasyonu daha az kısıtlamaya tabi iken, Cannes Cinéphiles akreditasyonu olan kişiler yarışma filmlerini ancak davetiye ile izleyebiliyor. Bu konuda şanslıydım çünkü kiraladığım stüdyonun sahibi arkadaşım Daisy de bir sinema tutkunu çıktı ve film sektöründe çalışan arkadaşından aldığı davetiyelerden bazılarını bana verdi ve bu sayede açılış ve kapanış törenlerinin yapıldığı tarihi Grand Lumiere Theatre’da kırmızı halı heyecanını yaşayarak 5 film izleme şansına eriştim.

Evet teknik süreçleri fazlasıyla açıkladıktan sonra şimdi izlediğim filmlere geçelim.

1) Julieata de Pedro Almodovar (yarışma filmi) 
Almodovar seviyoruz seni ama filmografin çok lineer bir çizgide ilerlemiyor mu sence de?

2) The Neon Demon de Nicolas Winding Refn (yarışma filmi)
Güzelliğin iktidarına, sarsıcı ölçüde eleştirel bir bakış sunan filmin çıkış noktasını sevdim ama iyi film yapmak biraz da meseleyi, gücünü sadeliğinden alan bir uslupla anlatmak değil mi? Bu noktada biraz abartmışsın Nicolas!

3) The Last Face de Sean Penn (yarışma filmi)
Evet Sean Penn de olsan Cannes insanı yerin dibine sokuyormuş. Film, festivalin belki de en acımasızca eleştirilen ve en düşük not verilen filmiydi. İnsan haklarının ihlal edildiği Güney Sudan Libya savaşını, bölgeye giden doktorları canlandıran Charlize Theron ve Javier Bardem’in aşkına fon yapan film epey tepki topladı. Aslına bakarsanız sinematografik açıdan çok güzel sahneler ve dialoglar vardı ama filmin Hollywood dozu hayli fazlaydı. 

4) Elle de Paul Verhoeven (yarışma filmi)
Isabelle Huppert’ın başrolünü oynadığı bu absürt gerilim, başından sonuna izleyiciyi ekrana kilitlemesine kilitledi ama 2 saat 10 dakika süresince filmin durduğu yer ne çok değişti. Yani, bu bir gişe filmi mi, bir komedi mi, gerilim mi yoksa Cannes Film Festivali’nde yarışma filmleri arasına girecek kadar derin çözümlemeler yapan felsefi bir film mi? Onu bilemedik ama Isabel Huppert’ın şık stili her filmde olduğu gibi yine bakiydi:) 

5) The Salesman by Asghar Farhadi (yarışma filmi)
Farhadi, Satıcı ile bu yıl festival jürisi tarafından En İyi Senaryo ödülüne layık görüldü. Ayrıca filmin başrol oyuncusu Shahab Hosseini En İyi Aktör ödülünün sahibi oldu. Arthur Miller’ın aynı adlı oyunundan yola çıkılarak yazılan filmde, doğallık, gerçeklik ve kurgu yine çok güçlüydü  ama “Bir Ayrılık” ve “Geçmiş” kadar etkileyici değildi benim için. 

6) Sieranevada by Cristi Puiu (yarışma filmi)
Romanya sineması giderek yükseliyor. Sieranevada, aslına bakarsanız birçok eleştirmenin Altın Palmiye adayıydı ama film Cannes’dan eli boş döndü. Üç saatlik filmin neredeyse tamamında bir cenaze evinde odadan odaya geçen insanları izledik. Sıradan bir izleyici için katlanması zor olabilir ancak filmin başarılı bir yönetmenlik örneği olduğunu, hayata ve insanlık hallerine dair çok gerçek ve saf bir dil yakaladığını söyleyelim. 

İzlediğim diğer filmler:
  • Hissein Habre, Une Tragedie Tchadienne 
  • La Foret De Quinconces
  • Risk
  • La Tortue Rouge
  • The Happiest Day In The Life of Olli Maki 
  • Varoonegi
Bu filmler arasında Belirli Bir Bakış Ödülü'ne layık görülen The Happiest Day In The Life of Olli Maki’yi ben de çok beğendim ve Belirli Bir Bakış kategorisinde yine Jüri Özel Ödülü'nü alan La Tortue Rouge (Kırmızı Kaplumbağa) festivalin en çok içime işleyen filmiydi. Filmden çıkınca Croisette'in büyülü akşamüstü ambiyansında kendimi teskin ettim.

Bir sonraki yıl festivalin iki haftasında da Cannes’ı yaşamak dileğiyle,