11 Ekim 2014 Cumartesi

Filmekimi başladı!



11-17 Ekim tarihleri arasında başlayacak Filmekimi için 5 tavsiye:
Boyhood (Çocukluk)
Sinefiller hatırlayacaktır, Boyhood bu yıl If İstanbul’un kapanış filmiydi. Üç saate yakın olmasına rağmen “güzel kapanış oldu” cümlesini bize kurdurtmuştu. Before Sunset serisinin yönetmeni Richard Linklater, bu filmle sinema tarihindeki yerini çoktan aldı. Neden mi, çünkü filmin çekimleri tam 12 yıl sürdü. Yanlış duymadınız, tam 12 yıl. Sinema filminden çok deneysel bir çalışmayı andıran film, Mason’ın birinci sınıftan üniversiteye başlayana kadar olan hayatını kaydediyor. Mason, bayağı filmin içinde büyüyor veya Ethan Hawke gözümüzün önünde yaşlanıyor diyelim. Boyhood kesinlikle izlemeye değer bir film, kaçırmayın derim.
I love you Rio (Seni Seviyorum Rio)
Paris ve New York’tan sonra, 10 farklı yönetmenin kadrajından bu sefer aşkın şehri Rio’yu izleyeceğiz. Sizi bilmem ama şehirlerin konu olduğu filmleri izledikten sonra tatil planı yapmayı pek bir seviyorum. Bakalım “I love you Rio” bu süreci hızlandıracak mı? Filmin oyuncu kadrosu dikkat çekiyor. Kimler mi var, kimler yok ki. Harvey Keitel, John Turturro, Nadine Labaki, Rodrigo Santoro, Ryan Kwanten, Vanessa Paradis ve Vincent Cassel. Bu film, sonbaharın içimizi ürperten serinliğini üzerimizden alacak gibi.
Two Days, One Night (İki Gün Bir Gece)
Hafızalarımıza kazınan daha doğrusu yüreğimize dokunan filmlerin yönetmenleridir Dardenne Kardeşler. Kırmızı Bisikletli Çocuk, Oğul, Rosetta ilk aklıma gelenlerden. Son filmleri İki Gün, Bir Gece bu yıl Altın Palmiye için yarışan filmler arasındaydı. Marion Cotillard filmdeki başarılı performansıyla çok konuşuldu. Gerçi ben Marion’un başarısız bir performansını hatırlamıyorum. Adeta sinema için yaratılmış bir yüz. Cotillard filmde iş arkadaşlarına prim teklif ederek kendisini işten çıkarmaya çalışan patronuna karşı mücadele eden Sandra’yı canlandırıyor. Toplumsal bir dramın anlatıldığı filmi merakla bekliyoruz.
Goodbye to Language (Dile Veda)
Sinemanın duayenlerinden, Fransız yeni dalga sinemasının öncülerinden, favori filmlerimden Serseri Aşıklar’ın yönetmeni Jean-Luc-Godard’ın son filmi Dile Veda, bu yıl Cannes’da Jüri Özel Ödülü’ne layık görüldü. Yönetmenin 83 yaşında hala tutkuyla film yapıyor olması heyecanlanmak için tek başına yeterli aslında. Farklı video formatları, 3D denemeleri ve tabiki edebi alıntıların olduğu bu filmi görmek için sabırsızlanıyoruz.
Bay Turner (Mr. Turner)
Filmdeki performansıyla Timothy Spall’a bu yıl Cannes’da en iyi erkek oyuncu ödülünü kazandıran film, Oscar ödüllü yönetmen Mike Leigh’in son filmi. Filmde, empresyonizm akımının öncülerinden, 19. yüzyılın önemli ressamlarından J.M.W. Turner’ın hayatının son 25 yılı beyazperdeye taşınıyor. Turner’ın sanatçı ruhuyla gündelik hayatla, insan ilişkileriyle ve zaaflarıyla nasıl başettiğine tanıklık ediyoruz. 
Sinema, bizi aradığımız gerçekliğe ulaştırsın..
Yaşasın festivaller ve iyi seyirler!


6 Ekim 2014 Pazartesi

Herşey sayılarla tanımlanabilir mi?


Max Cohen, uyuşturucu bağımlısı bir matematik dehası. Herşeyin sayılarla tanımlanabileceğine ve dolayısıyla anlaşılabileceğine inanıyor. “Doğada her yerde şekiller vardır. Herhangi bir sistemde sayıları grafikle gösterirseniz şekiller ortaya çıkar. Borsa’da da aynı böyle şekiller vardır.“ diyor ve piyasanın şifresini çözmeye çalışıyor, büyük tahminlerde bulunuyor. Doğal olarak yatırımcıların markajında ama onun asıl amacı dünyamızı anlamak, o yüzden materyalistlerle ilgilenmiyor. Diğer yanda, ibranicenin de sayılar üzerine kurulu olduğunu söyleyen, aynı dine mensup olduğu yahudi bir cemaat peşinde. Bu adamların isteği de, Max’ın kendilerine cennetin kapısını aralaması, Altın Çağ’ı başlatması!
Bir de sık sık ziyaretine gittiği, birlikte “Go” oynadığı bilge bir hocası var. “Go” bildiğiniz gibi, satrançtan bile daha fazla olasılık içeren bir uzakdoğu strateji oyunu. Anneannemin tabiriyle aklını götüremeyen bu insanların bezik oynamalarını beklemiyorduk zaten, di mi. Neyse, Max’ın hocası, hayatını belli matrix’leri çözmeye adamış. “Acaba “Pi” rakamı gerçekten sonsuzluğa mı gidiyor” derken bir tarafına felç inmiş. Ondan sonra yanıbaşına içinde japon balıkları olan bir fanus koymuş, “çok da zorlamamak lazım demekkisi” noktasına gelmiş gelmesine ama ne fayda.  Filmi izlerken, Max’ın hocasını ziyaret ettiği sahnelerden birinde anneannemi hayal ettim. “Herşey kararında, fazlası zarar kızım” derdi anneannem. Şu arkadaşlara keşke bir yol gösterseydi diye içimden geçirdim, acaba anneannemin içli köftesini yeselerdi yine de böylesine mutsuz olurlar mıydı diye düşünmeden edemedim:)
Devamı blank'te