26 Şubat 2011 Cumartesi

Amreeka

If Istanbul 2011 kapsamında izlediğim Amrika’nın Cinebonus G-mall’daki gösterimine filmin yönetmeni Cherien Dabis de katıldı. Dabis, Filistinli bir babanın ve Ürdünlü bir annenin beş kız çocuğundan biri. Kendisi Ohio’nun küçük bir kasabasında büyümüş. Üniversiteden sonra Columbia’da film yapımcılığı okumuş. Amrika, ilk uzun metrajlı filmi. Filmin dünya premier’i Sundance’te yapılmış, ardından Cannes Film Festivali’nde de gösterilmiş. Film, Batı Şeria’da evli ancak kocası tarafından genç ve güzel bir kadın yüzünden terkedilmiş, tam ergenlik döneminde bir oğlu olan, 10 yıldır ülkesinin çetin şartlarında bankacılık yaparak ayakta durmaya çalışan Muna’nın öyküsünü anlatıyor. Batı Şeria’daki siyasi ortamın halkın gündelik yaşamını olumsuz şekilde etkilemesi Muna ve oğlunun gelecekle ilgili radikal kararlar almasına yol açar. Batı Şeria’da başlayan film, Muna’nın Amerika’daki kızkardeşinin yanına taşınmasıyla Illionis’in küçük bir kasabasında süregelir. Muna ve oğlu büyük hayallerle geldikleri Amerika’da ilk şoklarını havaalanında yaşarlar. Filmin devamında Muna’nın iki üniversite diploması olup, üç dil bilmesine karşın bir hamburgercide çalışması, oğlunun Batı Şeria’da özel bir okulda başarılı bir öğrenci iken, kuzenin gittiği devlet okuluna adapte olmakta çektiği güçlükleri izleriz. Mülteciliğin hiçbir yere ait olamama, tutunamama durumuna şahit oluruz. Ülkesinden kendi iradesiyle ayrılan insanların, aslında topraklarına duydukları derin özlemin hayatlarında yarattığı çatlakları görürüz. Sanırım beni en çok bu etkiledi. İnsanın bir peynirin lezzetinde, bir ekmeğin kokusunda ülkesine gidip gelmesinin acıtıcı bir hissi var. Bu duyguyu Ayşe Paris’teyken izinli olduğum dönemlerde yanına gittiğimde, Cite Universite olarak adlandırılan üniversiteler yurdunda ne çok hissetmiştim. Her gidişimde burdan kuruyemiş, peynir, sucuk gibi yiyecekler götürürdüm. Bir keresinde dolma bile götürmüştüm. Paşabahçe’den aldığım çay bardakları, hani kahvehanelerde olan kırmızı şeritli çay tabaklarının yeşil şeritli olanlarından almıştım. Paris’te bir yurt odasında akşam çay demlemiş, kuruyemişleri koymuş, Ayşe’nin bir kaç Türk arkadaşını oturmaya davet etmiştik. Ayşe’nin arkadaşlarının çay bardaklarını ve kuruyemiş tabaklarını hatta beni gördüklerindeki surat ifadelerini, bana geçen hissi hiç unutmadım. O an, özellikle Paris’te okuyan Türk öğrencilerin hayatını anlatan bir film yapmayı düşündüğümü hatırlıyorum. Amreeka’yı izlerken bir süreliğine buralardan gitmeyi düşündüğüm sık sık aklıma geldi. Karşılaşabileceğim zorluklar özellikle belirli bir yaştan sonra daha da ağır gelebilirdi. Özetle, filmi izlerken başka yerlere de gittim geldim. Filmin Batı Şeria’daki sahneleri karanlık, sıkıcı, ağır bir havadaydı. Amerika’daki sahneler ise içinde yine zor zamanlar barındırmasına rağmen Batı Şeria’daki kadar kasvetli değildi. Yoksulluğun karanlığını düşündüm. İnsanların her yerde aslında aynı olduğunu ama ne kadar farklı hayatlar yaşadıklarını bir kez daha farkettim. Anlayacağınız üzere film izlemeye değerdi.

Hiç yorum yok: