15 Temmuz 2014 Salı

İyi ki sinema var..


Muhabirliğe 12 yıl sonra dönmek de varmış. Kayıt cihazımı sanki hiç 12 yıl geçmemiş gibi sakince çekmeceden çıkarıyorum, test ediyorum, oğlak üstüne oğlak olmaktan mütevellit, çantaya bir de yedek pil atıyorum. O da yetmiyor, telefonun record tuşunu test ediyorum. İkisiyle kaydedeceğim ne olur ne olmaz diye. Sorular hazır, Işık Lisesi’nin karşısındaki Üçgen Kitabevi’ne giriyorum, soruları bastırmak için. Ben 6 yaşındayken de bu kapıdan içeri girmiştim. Sahibi hala bana Seçil diyor, hiç değişmediğimi söylüyor! Böyle bir melankoliyle, işte Özel Okmeydanı Hastanesi’nin önündeyim şimdi. Birazdan Dr. Ercan Kesal ile son kitabı Evvel Zaman’ı ve sinemayı konuşacağız. Ama ben biliyorum, Ercan Kesal yine sinema, hekimlik veya edebiyat üzerinden hayata ve insana dair şeyler söyleyecek esasen. Ercan Kesal son kitabı Evvel Zaman’ı benim için imzalıyor ve şöyle yazıyor. “Sevgili Seçil, iyi ki sinema var!” Evet, iyi ki sinema var...

      Öncelikle sinema üzerine o kadar az türkçe kaynak var ki, o anlamda Evvel Zaman daha önce örneği sanırım olmayan ilk film güncesi. Bu açıdan da ayrıca kıymetli. Güncede bir filmin montaja kadar olan senaryo ve çekim sürecini okuduk. Burda senaryo ekibi arasında zaman zaman ortaya çıkan fikir ayrılıkları, set sürecinde hafif hafif hissettiğimiz tansiyonlar, moral bozulmaları, buna karşın herkesin bir anda kendini çok mutlu hissettiği anlar da var. O gelgitleri sanki ordaymışız gibi hissediyoruz. Tabi bu yazarın hüneri. Ama kitabı bitirdikten sonra bir yandan film yapmak dünyanın en delice işi desek de, bir hayalin somut birşeye dönüşmesi mucizevi birşey, bunu görüyoruz. O inanç nasıl diri tutuluyor tüm bu süreçte? 
Ortaya çıkan ürün sizin kendinize olan saygınızı sağlayan, kendinize olan saygınızı bir kez daha test ettiğiniz, aslında kendinizi sınadığınız bir alan.  Set bütün bu süreç, ortaya çıkan ürün ise hakikaten paha biçilemez birşey. Onun bir karşılığı yok. Yani bu parayla filan yapılacak birşey değil çünkü bütün bu süreçler. Söylediklerin çok doğru. Bir kere ordaki o tartışmalar verimliliğin işareti, senaryoda. Zaten herkes aynı lafı söylerse birşey çıkmaz ortaya. Set mucizelerle dolu bir yerdir, ama bir yandan da inanılmaz hayal kırıklıklarıyla karşılaşabilirsin. Tam da bunlardan sette ilham çıkartacak bir bakışınız olmalı. Yani bütün bu olumsuzlukları lehinize çevirmeyi bilirseniz iyi bir film çıkıyor. Ya da etrafınıza o gözle bakarsanız. Yani, ışıklar söndüğü için beklemedik biz. Köyde, odada hakkaten ışıklar söndü. Karanlıkta çekmeyi düşününce orda mucizevi birşey çıktı. Pekala bekleyebilirdik çay molası verip, ışıkların gelmesini. Tekrar aydınlıkta çekmek için. Ama öyle yapmayıp, böyle yaptığınız zaman ortaya çok daha başka birşey çıkabiliyor. Ordaki bir karakter çok etkileyici şeyler yapıyor, yüzü çok iyi, kamerada çok sizi etkileyen bir resim veriyor, onun peşine düşmek mesela o anda. Bütün bunlar aslında şunu gösteriyor ki, sinema seti aslında hayatla çok benzeşiyor birbirine. Sette yaşadıklarınızla hayatta yaşadıklarınız arasında çok fazla ayrılık yok yani hayatta planlar yaparsınız, başka şeyler size yaşatılır ama onlara hızla uyum sağlarsınız. Sette de planlarla gidersiniz, yağmur yağar, uçak geçer, kar beklersiniz, yağmaz bir türlü.. O başrol oyuncusu hastalanmıştır, arada çalışmaz. Köpek havlamaz, hakkaten hepsi de oldu bütün bunların. Ama siz onların içerisinde yeniden birşey üretmek için çabalarsınız, işte bu da sizi en sonunda elde ettiğiniz ürünle birlikte çok mutlu eder. Üstesinden gelmiş, başarmış, kendinizi test etmiş olursunuz aslında. 


Hiç yorum yok: