2 Şubat 2013 Cumartesi
69. Venedik Film Festivali-2012
Biraz rotarlı da olsa, Venedik Film Festivali ile ilgili yazımı paylaşıyorum.
Film Festivali'nin başladığı 29 Ağustos öğlen Venedik'teydim. Havaalanına indikten sonra Venedik'e deniz veya kara yoluyla ulaşabiliyorsunuz. Havaalanından taksiye, metroya veya otobüse değil de, deniz aracına binmek çok hoşunuza gidiyor, romantik bir havası var durumun. Tabi vaporetto'ya hurra binince romantizm kayboluyor. Venedik, 118 adacık üzerinde kurulu masalsı bir şehir. Deniz yoluyla şehre yaklaşırken, şehrin o masalsı duruşu sizi hemen ele geçiriyor. Yere ayak bastığımda, öncelikle havanın İstanbul'dan çok daha sıcak ve nemli olduğunu farkettim. Bir şehir ne kadar turistik olursa olsun, bir de o şehrin yerlileri vardır. Daha doğrusu o şehrin de rutin bir hayatı vardır. Siz o hayatın içine dalarsınız. Venedik'te ise tam tersi. Turistler üzerine kurulu bir düzen, yerliler turistlerden daha yabancı duruyor. Enteresan. Otelim San Marco meydanına çok yakındı. Bu nedenle San Marco'da indim. Meydana geldiğimde bir dondurmacıya otelimi sordum, basit bir şekilde tarif etti ki zaten otel meydana çok yakındı, kolayca buldum. Valizimi bırakıp, hemen şehri keşfetmeye çıktım. Dar sokaklar, turistler, gondollar, San Marco meydanından kulağınıza gelen klasik müzik, bazilikanın önünde kaldığım 4 gün boyunca aynı uzunluktaki kuyruk, sinyoreee diye bağıran garsonlar..
Film Festivali Lido adasında yapılıyor. İkinci sabah erkenden gondol sefası yaptım. Venedik'e gidip Gondol'a binmeden gelmeyin ve mümkünse Grand Canal'da büyük tur yapın, 20 euro daha fazla veriyorsunuz. Sabah sakinliğinde binmek de ayrıca keyifli, çünkü öğleden itibaren o kadar kalabalıklaşıyor ki kanal, geziden çok şu kargaşa ne zaman bitecek diyorsunuz.
Gelelim Lido'ya. Lido ile San Marco arası vaporetto ile sanırm 20 dakika civarında. Lido'ya indiğimde iskeleye asılan festival bayraklarını gördüğümde içimi bir sevinç kapladı. İskeleden çıkınca eski model sarı bir otobüsün beklediğni gördüm. Otobüsün üzerinde movie village yazıyordu. Tahmin ettiğimden daha masalsı ilerliyordu herşey:) Hemen otobüse atladım ve Movie Village'a geldim. Movie Village'da 8 salon vardı. Hemen sıraya girdim ve açılış filmi Betrayal için bir bilet aldım. İstanbul Film Festivali'nde lale karta rağmen, bazı gösterimlere bilet bulamayan biri olarak, Venedik'e gidip, sıraya girip, açılış filmine hem de kırmızı halıdan geçerek girilen ana salonda oynayan seansa kolayca bilet bulmak çok hoşuma gitmişti. Betrayal, kocasının kendisini aldattığı kadının kocasıyla akadaşlık kuran doktor bir kadının hayatını anlatan ilginç bir filmdi.
Film başlamadan önce salona juri üyeleri davet ediliyor. Oturduğum yerin jurinin hemen arka sırası olduğunu, hatta tam önüme Laetitia Casta'nın oturduğunu söylemeliyim. Juri üyelerinden sonra filmin oyuncuları gece kıyafetleriyle teker teker alkış eşliğinde salona davet ediliyor. Bu ritüelden sonra film anons sonrası başlıyor. İkinci gün seyrettiğim film ise Ulrich Seidl'in Paradise filmiydi. Misyoner katolik bir kadının müslüman sevgilisiyle olan hikayesini anlatıyordu. Tam bir festival filmiydi diyebilirim.
Sıra Berlin Film Festivali'nde.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder